Millî Görüş hareketinin öncü isimlerinden, Millî Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi Ez' an-ı Muhammedîile ilgili bir çoğumuzun mâlûm çevreler tarafından "dinsiz",hatta "din düşmanı, zındık, kâfir veya fasık" olmakla suçlanıp, teki görme korkusundan ifade edemediği önemli bir noktaya işaret ediyor.
Merhum EYGİ; "Ezanın avaz avaz bağırarak okunmaması gerektiğini" savunarak "Maalesef cami ve minare hoparlörleri, cep telefonları gibi fetiş ve statü haline geldi. Bendeniz okur yazar bir Müslüman olarak ezanı kutsal biliyorum, ona çok hürmet ediyorum ama kötü kullanılan hoparlörlere karşıyım" görüşünü dile getirdi.
Mehmet Şevket Eygi'nin "Türkiye’nin düzeni" başlığıyla yayımlanan (10 Mayıs 2017) yazısı şöyle:
İslam tarihindeki devletler, idareler ikiye ayrılır: Kur’ana, Sünnete, Şeriata dayalı iyi devletler… Böyle olmayan kötü devletler…
İyi devletlerin (bunlara düzen veya sistem de diyebiliriz) çok iyileri, iyileri, orta olanları, zayıfları ve kötüleri vardır.
Kötülerin az kötü, orta kötü, çok kötü, berbat olanları vardır.
En iyi İslam devleti sistemi düzeni Resulullah (salat ve selam olsun ona) zamanında olandır.
Ondan sonra Hulefâ-i Râşidîn…
Hulefa-i Râşidînden sonra Kur’ana ve Sünnete uygun sistem Osmanlı devletinin kuruluş ve yükseliş devirlerinde görülmüştür.
Osmanlının hatâları olmamış mıdır? Olmuştur ama yine de İslam devletiydi ve Kur’an, Sünnet, Şeriat üzerine dayalıydı.
Osmanlı devleti 600 küsur yıl yaşadı. Şer’î ve (Şeriata aykırı olmayan) âdil örfî kanunlar uyguladı.
İslam kadınlarını tesettüre soktu.
Beş vakit namaza çok önem verdi.
Cihad yaparak İslam’ı Orta Avrupa’ya kadar götürdü.
İslamın gerçek yorumu olan Ehl-i Sünnet ve Cemaati destekledi.
Osmanlı devletinin zayıflaması Kur’an, Sünnet ve Şeriat hükümlerini uygulanmasından değil, tam aksine onları iyi uygulamamasından ileri gelmiştir.
Nihayet Tanzimat fermanından sonra, devlet yüzde yüz olmasa bile Batıya yöneldi ve sonunda battı.
1923’te kurulan Cumhuriyet şeklen bir İslam cumhuriyeti idi.
Anayasasında “Devletin dini İslam dinidir” (2’nci madde) yazılıydı.
Dolmabahçe Sarayında devletin bir Halifesi vardı, resmî merasimle cuma namazına gidiyordu.
Mahkemelerde Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye gibi İslam kanunları ile hüküm veriliyordu.
Kadılıklar vardı.
İslam medreseleri vardı.
Bütün İslam kadınları tesettürlüydü.
Hafta tatili cuma günü idi.
Millet Meclisinin başkanlık kürsüsünün üzerinde şûra ayeti yazılıydı.
İslam cumhuriyeti şeklen de olsa bir yıl kadar sürdü ve sonra İslam’dan radikal dönüş başladı.
Şu anda 2017 yılındayız.
Sistem laiktir.
Devletin İslama uymayan resmî bir ideolojisi vardır.
Türkiye cumhuriyetinin Yahudileri cumartesi, Hıristiyanları pazar günü tatil yapabiliyorlar ama çoğunluktaki Müslümanlar cuma günü hafta tatil yapamıyor.
Ceza Kanunundan zina suçu çıkartılmış.
Kur’an “Kısasta sizin için hayat vardır” buyuruyor, bizde kısas mısas yok.
Sözü uzatmayayım, bugünkü sistem veya düzen nasıl bir sistemdir?
(İkinci yazı)
Süleymaniye'de ezan
Bir hafta kadar önce bir gece Süleymaniye camiinin karşısındaki Beydağı lokantasına gitmiştim. Yemeği bitirdim, sohbet ediyordum ki, yatsı ezanı okunmaya başladı. Mübalâğa etmiyorum, hoparlörler 110 desibel şiddetinde bağırıyordu. Küçük masanın karşısındakilere sesimi duyuramıyordum. Oradakilerden biri kapıyı kapattı da…
Süleymaniye camiinin ses düzenini İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı ayarlamış. Böyle ayarlama olur mu?
Kanunlar, 65 desibelden yüksek sesin gürültü olduğunu beyan ediyor.
Tıp, 65 desibelden yüksek sesin kulak sağlığına zarar verdiğini söylüyor.
Akl-ı selim, yüksek ve mâdenî sesli hoparlörlerin ezanı bozduğunu söylüyor.
Dinleyen kim?
Akustik ilmi ve tekniği var ama esâmisi okunmuyor.
Medenî ülkelerde konser ve opera salonlarında, kiliselerde böylesine hoparlör bağırtılsa yer yerinden oynar.
Ezan avaz avaz bağırarak, haykırarak okunmaz.
Sabah namazında on beş kişilik cemaate namaz kıldıran imamın önünde bir sâbit, yakasında da seyyar mikrofon var. Buna ne lüzum var?
En güzel ezanı, kötü ses düzeni mahveder.
Maalesef cami ve minare hoparlörleri, cep telefonları gibi fetiş ve statü haline geldi.
Bendeniz okur yazar bir Müslüman olarak ezanı kutsal biliyorum, ona çok hürmet ediyorum ama kötü kullanılan hoparlörlere karşıyım. Bu yüzden bana ezan düşmanı diyecek densizlere hakkımı helâl etmiyorum.
Cami ses düzenleri mutlaka ve mutlaka ehliyetli ve ruhsatlı akustik uzmanları tarafından kurulmalı ve ayarlanmalıdır.
Bilhassa sabah ezanları, dindar olmayan kimseleri bile cezb etmelidir.
Ezan okunmaya başlayınca çocuk tebessüm ederek uyanmalıdır.
Geceleyin sancılarla inlemiş hasta, ezanla birlikte zindeleşmeli, mutlu olmalıdır.
Namaz kılan mü’minler ezanla uyanıp namaza hazırlanmalıdır.
Namaz kılmayanlar bile yataklarından doğrulup huşu ve hayranlık içinde ezan dinlemelidir.
Hoparlör fetişizmi ve statüsü bedeviliktir.
Cahilliktir.
İstanbul Müftüsü hazretlerine hürmetle hitap ediyorum:
Allah aşkına şu hoparlör meselesini lütfen ve merhameten hallediniz, ezanlara ve kulaklara zarar ve ziyan veren yüksek sesleri makul seviyeye indirtiniz. Kulaklarımız ve vicdanlarımız zat-ı âlinize minnettar ve müteşekkir kalacaktır.
(üçüncü yazı)
Mehmet Şevket Eygi “asabının bozulduğu” konuları kaleme aldı. Yazar Eygi’nin listesi oldukça kabarık: HES’lerden ekmek israfına, bazı İslamcılardan tesettürlü kadınlara kadar.
Mehmet Şevket Eygi ayrıca yüksek desibelle ezan okunmasını da protesto ettiğini yazdı. Eygi şöyle dedi: “Evime yakın büyük caminin altı minaresinde hoparlörlerin günde beş kez avaz avaz, bangır bangır, kulak zarlarını patlatırcasına, pencere camlarını zangırdatarak, 125 (belki daha yüksek) desibel şiddetinde ezan okumasını protesto ediyorum. Benim bu protestomu “Bu adam ezan düşmanı” şeklinde yorumlayan insafsızlara hakkımı helal etmiyorum.”
İşte Milli Gazete yazarı Eygi’nin “Asap Bozukluklarım” başlıklı o yazısı:
Evime yakın büyük caminin altı minaresinde hoparlörlerin günde beş kez avaz avaz, bangır bangır, kulak zarlarını patlatırcasına, pencere camlarını zangırdatarak, 125 (belki daha yüksek) desibel şiddetinde ezan okumasını protesto ediyorum. Benim bu protestomu “Bu adam ezan düşmanı” şeklinde yorumlayan insafsızlara hakkımı helal etmiyorum.
Sabah namazına bir camiye gidiyorum. Bendeniz ve yanımdakiler dahil on dört kişiyiz. İmam mihraba geçiyor, önünde sabit mikrofonlar var, onların yetişmiyormuş gibi yakasına kablolu bir seyyar mikrofon takıyor mandalla. İçimden gülüyorum ve öfkeleniyorum.”
Millî Görüş hareketinin öncü isimlerinden, Millî Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi Ez' an-ı Muhammedîile ilgili genel durumu yansıttığı ve protesto ettiği hususlar hakkında taraf olan Diyanet İşleri Başkanlığı idarecileri ne düşünüyor acaba!?