Şuanda küresel güçlerin ana üssü Dünya Sağlık Örgütü’dür. Bu örgüt şuandaki görevi tüm dünyayı korona ile uyutmaktan ibrettir. Eğer uyarılara uymayan ülkeler olursa, o ülkeye yüzde yüz yaptırım uygulanır. Hükümet başkanları aleyhinde yayın bombardımanı başlar ve defterden silerler. Dolayısı ile DSÖ isteği ve yönlendirmesi sonucunda, 24 saat yaygın medya yalan haberler yapmak zorundadır. Yoksa o yaygın medya kuruluşları ne reklam alırlar ne de maaş… Aç kalırlar.
Tıp alanındaki özellikle bağımsız bilim insanları artık, “Boğaz ağrısı, nefes darlığı ve öksürük şikayeti ile gelene test yaparsanız, pozitif çıkmasının normal.” olduğunu ve asla test sonuçlarının gerçek olmadığını söylüyorlar.
Gelelim sürecin nasıl işlediğine. Yaygın medyanın yayınları sonucu kontrollü ilk tuzak test ile başlıyor. Yapılan tedavi ise tuzağın ikinci aşaması... Testin pozitif çıkmasıyla, yüksek miktarda kortizon ve ağır antibiyotikler devreye giriyor. Böylelikle korona tedavisi' diye başlayan süreç, başka rahatsızlığı olan insanların ölümüne neden oluyor. Demek ki araştırılması veya soruşturulması gereken aşı değil, öldüren korona tedavisi oluyor.
Bir tarafta test tuzağı ile elde edilen sonuçlar, diğer tarafta korona tedavisi ve diğer ikinci hastalıklar nedeni ile hastahanelerde hasta sayısı artıyor, istenilen korku ve panik havası da oluşuyor. DSÖ’de bu kurgunun hayata geçirilmesini dikta ettirdiğinde, pozitif ve koronalı hasta sayısında artış sağlanıyor. DSÖ yarın, Pandemi hastahaneleri normal dönecek dediği anda, Pandemi bitecektir. Bu durum, futbol hakeminin ilk yarı devresi ile 90’ıncı dakikada maçın bitiş düdüğünü çalması gibidir.
Eğer dünyaya Bill Gates’in kontrolünde olan DSÖ tarafından verilmiş olan panik havası ve test mecburiyeti olmasaydı, boğaz ağrısı ve öksürük şikayetleriyle hastahaneye gelmiş olan insanlara eskisi gibi ilaçlarını verip dinlenmeleri istenecek ve her şey seyrinde gidecekti. Ama bu artık mümkün olmaktan çıktı.
Çünkü Pandemi hastahanesinin acil servisine gelen kişilerin kontrolü ve taburcu olması bulaşıcı doktorlarının inisiyatifinde. Onlar da, tuzağın birinci ve başlangıcı olan testler ile yönlendiriyor. Kısacası onlar da testler sayesinde tuzağa düşüyor.
Gripal enfeksiyonların başlangıcı bağışıklık sistemimizin zayıflaması ile oluşuyor. Şimdi size hastahanede bağışıklı istemini zayıflatacak yüksek miktarda kortizon, üstüne ağır antibiyotikler verirlerse vücudun bağışıklık sistemi iyice çöker. Burada yapılması gereken tam tersi bağışıklık sistemini güçlendirmek olmalıdır. O zaman korona tedavisi ile insanların ölümüne de neden olunduğunu söylemek hiçte zor değil. Neticede bu DSÖ’nün yanlış Pandemi ilanı ve tedavi yönlendirmelerinden kaynaklanıyor. Baskı altında kalan doktorlar ise çaresiz.
Böylelikle olmayan bir salgından, insanlar ölüyor. Ülke liderleri de koltuklarını korumak için, bu "kumpasta", bilerek veya bilmeyerek rol almış oluyorlar. Dünyada yaratılan güçlü korku, algı ve panik sayesinde de halklar da liderlere karşı, önlem alınması baskısı yaratıyor. Hükümetler de yoğunlaşan baskıdan kurtulmak için, küresel darbe sonucu oluşan, kumpasa boyun eğmek zorunda kalıyorlar.
Aslında ortada panik ve korku dışında, hiç bir şey yok. Her şey normal seyrinde, ölümler virüsten değil. Ama küresel sistemin sahiplerinin hayata geçirmek istedikleri 5G teknolojileri, aynen hastahanelerde yapılan ilaçlı tedavi sonucu bağışıklık sistemimizi zayıflattığı gibi zayıflatacak. DSÖ üzerinde yapılan tatbikatta bundan ibaret. (Yazan Muammer KARABULUT)
Bu yazıda ünlü Alman hekim Dr. med Claus Köhnlein'in açıklamalarından faydalanılmıştır.
Koronavirüs Türkiye'de etkisini göstermeye devam ederken virüse karşı direnç kazanmak için ve vücuda daha zinde tutabilmek için alternatif tavsiyeler de gelmeye devam ediyor.
Pandemi salgın ilan edilen korona virüse laboratuvar ortamında çare aranmaya devam edilirken, vücudu zinde tutmak ve virüslere karşı daha çok direnç sağlayabilmek için alternatif tavsiyeler de gelmeye devam ediyor.
Bu tavsiyelerden biri de Dahiliye Uzmanı Doktor Müslüm Sağır'dan geldi.Uzun süredir bitkisel tedavi üzerine araştırmalar ve çalışmalar yürüttüğünü söyleyen Sağır; "Dahiliye uzmanlığı yaptığım yıllarda bazı gözlemlerim oldu, biz birçok kronik hastalıkta hastalarımıza tedavi sunamıyoruz. Bu durum beni yeni arayışlara yönlendirdi. Bunun neticesinde birtakım bitkisel tedavi yöntemlerinin uygulamadaki araştırmasını yapmaya başladım. Araştırmalarım ışığında şunu farkettim; Aslında her türlü hastalığın tedavisini bulmanız mümkün. Özellikle de dahiliye alanında ve doğal bileşenlerin hastalığı tedavi etmelerinden daha çok insanları hastalıktan koruma gibi bir özelliği olduğunu keşfettim. Tabi ki uygun dozlarda verdiğiniz zaman hastalığı da tedavi eder hale gelebildiğini yine araştırmalarım neticesinde edindiğim bilgiler ışığında sizlere iletiyorum. Kesinlikle içerisinde kimyasal bileşen barındırmayan ürünlerle hastaları nasıl tedavi edebilirizi araştırırken, dünyaca bilinen Avrupa'da da kullanılan Karvakrol ön plana çıktı. Karvakrolün ne olduğuna gelirsek; karvakrol, bugün tüm dünyanın bildiği bir bileşen ve karvakrolü birçok bitkiden elde edebilirsiniz. Her şeyde minimum dozlarda karvakrol bulabilirsiniz ama en yüksek oranda kekikte mevcut. Antik çağlardan günümüze kadar kekik, insanlara şifa vermesi için kullanılan bir bitki. Bunun içerisindeki karvakrol oranının saflık kalitesi, diğer bitkilerden kat ve kat daha fazladır. Tüm dünyadaki kekikler göz önüne alındığında ise, Türkiye'deki kekiğin içerisinde en saf oranda karvakrolü temin ettiğimiz görülüyor. Dünyanın en kaliteli kekiği Toroslar'da, Antalya bölgesinde yetişiyor. Kekiğin, en kaliteli ve en saf hali orada mevcut. Tüm dünyaya bunun ihracatını yapan üç ülkeden birisiyiz. Bize ait bir değer ve biz bundan niye mahrum kalalım...'Piyasalarda açıkta satılan kekiğin, karvakrol oranının çok düşük olduğunu belirten Sağır; ''Size gelen kekik işlenmiş kekik, içerisindeki karvakrolü alıp ihraç ediyorlar. Soflarınıza gelen kekiğin içerisinde karvakrole ait bir şey kalmıyor, özelliğini kaybetmiş bir kekik kullanıyorsunuz. Kaldı ki kaybetmemiş olduğunu varsayalım 100 kilo kekikten, 3 kilo kekik yağı çıkar. Onun içerisinden de yaklaşık 400- 500 gram karvakrol alabiliriz ve size verilebilecek tedaviyi alabilmeniz için de günde yaklaşık 50 kilo kadar bir kekik tüketmeniz gerekiyor."
TÜM VİRÜSLERE KARŞI ETKİLİ
Karvakrolün tüm virüslere karşı da etkili olduğuna dikkat çeken Sağır, sözlerine şöyle devam etti:Virüslere karşı etkili ve virüsün yapısını bozarak etki gösteriyor. Hatta son günlerde korkulan korona virüsüne karşı bile kullanılabileceğini düşünüyorum. Çünkü korana virüsü, akciğerdeki AC2 proteinine bağlanarak solunum siteminde problemleri ortaya çıkarıyor. Akciğer enfeksiyonlarını ortaya çıkarıyor veya akciğer yetmezliğine götürüyor. Ancak Karvakrolün hidroksil grubunun her türlü moleküle bağlanma yeteneği mevcut. Yani virüs AC2’ye bağlanacağı yerde gelip karvakrole bağlanabilir. Bağlandığında da o virüs etkinliğini kaybedecektir. Tabi bu sadece korona virüsü ailesi için değil, bütün virüslere karşı bunu yapabilme yeteneği mevcut.