Bireylerin seçim atmosferine girdikleri zaman, iktidar ve muhalefet bloklarına karşı rutin ve rutin dışı davranışlarını belirleyen henüz ülkemizde tam anlamıyla ele alınmamış bir kavramdan bahsetmek istiyorum. Sabredip okumaya devam ederek nadiren yormakta oldukları zihinlerini yorma zahmetine katlanan herkes için ama öncelikle siyasetin bir biçimde içinde olanlar ya da içinde olanları kontrol edip, yönlendirenler için anahtar bir kavram olan Davranışsal Bağışıklık Sistemi (Behavioral İmmune System)


Vücudumuzda oluşması muhtemel olan hastalıklara karşı organik olarak gelişen savunma sistemine bağışıklık adı veriyoruz fakat bu sistemin bir benzeri de davranışsal olarak yerleşen ve öğrenmeyle gelişen bir ön savunma ya da sosyal savunma davranıştır. “davranışsal bağışıklık sistemi”, beynimizin uyguladığı bir çeşit hastalık önleyici tedbirdir. Bu sistem çevremizdeki patojenlerin varlığını saptamak ve onlarla temastan kaçınmamıza yardımcı olmak üzere evrimleşmiş bir psikolojik mekanizmalar paketi olarak tanımlanabilir. Koku ya da görme duyusu yoluyla enfeksiyon riski algılandığı zaman bir çeşit psikolojik tepkiler zinciri tetiklenir. Örneğin insanlarda evrensel olarak görülen iğrenme duygusunun ve bu duyguya verilen tepkilerin bizi patojenlerden uzak tutmak için evrimleştiği düşünülmektedir. Davranışsal bağışıklık sistemi üzerine yapılan ek araştırmalar, insanların hastalık bulaşmasına karşı daha savunmasız hissettikleri koşullar altında daha sessiz ve muhafazakâr davranış biçimleriyle meşgul olduklarını göstermiştir. Örneğin, potansiyel hastalık tehdidi belirgin hale getirildiğinde, insanlar daha az dışa dönük veya sosyal olma eğilimindedir. Kanıtlar, davranışsal bağışıklık sisteminin aynı zamanda temel görsel dikkat düzeyinde hastalık belirtilerini araştırmak ve işlemek (sezgisel) için tasarlanmış mekanizmaları da içerdiğini göstermektedir.
Bu mekanizmanın Seçmen Psikolojisi ve Sosyal girişkenlik bazında çıktıları tiksinme, ait olma, duygusal bağ, beğeni, mevcut yapıya reddiye ilgisi, negatif propaganda gibi kavramların ve bu kavramların yerinde kullanılmaları yada isabetsiz ve zamansız kullanılmaları ile ilgili kazanç ve kayıpları işaret ettiğini, arkası yarın, ya çıkarsa, belki de sıra sizde, güzel günler göreceğiz, her şey çok güzel olacak, v.b. ümit ticareti mantığı ile yapılan güzellemelerle sadece oy verme üzerine kurulan katılımcı paydaşlığın marifet olarak kasıldığı güzel ülkemde, çoğu zaman siyasiler yaşayarak gördükleri halde; Davranışsal Bağışıklık Sistemi ile ilgili ciddi çalışmalar yaparak, seçmen tutum ve davranışlarını etkili bir biçimde değerlendirme çalışmaları içine girdiklerine hiç şahit olmadım, siyaset sanki özel günlerde ve bayramlarda devletin yetkili makamlarına oturtulan çocuğun yüzündeki heyecan ve gülücüklerle sınırlı bir oyun gibi, herkes her şeyin farkında ama toplumla devlet, devlet ile bürokrasi, bürokrasi ile siyaset arasında sanki yazılı olmayan bir sahtekarlık sözleşmesi yapılmış, figüranlarından başroldeki oyuncularına kadar herkes rolünün gereğini yapıyor, oy veren kitlelere de izlemek, duygulanmak, tiksinmek, ait hissetmek gibi çok katılımcı(!) tepkiler ve bunların çıktısı davranışlar düşüyor...
Bilinçli kararlarımızın rutin olarak bilinçsiz düşünce süreçlerinden, duygulardan ve önyargılardan etkilendiği iyi bilinmektedir. Aslında, tüm karar verme süreçleri bilinçsizdir. “Çünkü; Kişilerin kendilerini ya da yakın çevresi dışında kalanları koruma ve iyi etme sorumluluğunun kentleşme pratikleri içerisinde gün be gün kendine daha az yer bulması; kişinin kendisini de başkaları tarafından korunmayacağı veya düşünülmeyeceği güvensiz bir dünyaya çıkarıyor. Çaresizliği her süreçte bizzat içselleştirerek deneyimleyen birey varlığını sadece kendi çabalarıyla sürdürebileceği fikrine kapılıyor. 
Ülkelerin konjonktürlerinde yaşanan değişim ve gelişmelere bağlı olarak seçmenlerin oy verme davranışları da değişkenlik göstermektedir. Seçimlerde oyunu kullanan seçmenlerin, siyasi davranışlarının şekillendiren ve seçim dönemlerinde seçmenlerin tercihlerini etkileyen belli başlı etkenlerin olduğu bilinmektedir. Ancak seçmen davranışlarını etkileyen faktörlerin hangileri olduğu sorusu hem siyaset psikolojisinin hem de siyaset sosyolojisinin ilgi alanına girmesinin yanı sıra bu soruların cevabını farklı ülke deneyimlerinde aramak mümkün olacaktır. Seçmenler sahip oldukları farklı bakış açılarıyla oy süreçlerinin sonuçlanmasında önemli aktörler olmaktadırlar. Seçmenler bazı durumlarda arzuladıkları amaçlara ulaşabilmek için oylarını başka partiden yana kullanabilmektedirler. Rasyonel davranışlar sergileyen bireyler, seçim sonuçlarının değişmesinde doğrudan etkili olmaktadırlar.
Birçok psikoloğa göre oylarımız sandığımız kadar kendi kontrolümüzde değildir aslında. Sağlık, eğitim ve ekonomi önemli konulardır; ama seçmenlerin tercihleri ne kadar kolay tiksinip korktukları, hava durumu ve spor müsabakalarının sonuçlarına karşı nasıl tepki verdikleri gibi faktörler tarafından da etkilenebilir.
Tarihi akışa bakıldığı zaman görülecektir ki, insanın dünya görüşü bir iç hesaplaşma sonucu değişebilir. Ya da dışsal manipülatif yöntemlerden etkilenebilir.
Davranışlarını duygusal temellere dayandıran 3.lig dünya ülkeleri ve toplumlar üzerinde sıklıkla yapılan deneysel bir çalışmalarda, siyasi inancın nesnel gerçekler karşısında dirençli olduğunu ve kolayca değişmediği hep öne sürülmüştür, lakin bu çalışmalar yeniden şekillenen Dünya ve üzerinde bulunan sömürülerek geri bıraktırılmış toplumlar için geçerli değil, üzerine giydirilen deli gömleklerini yırtarak atan bu toplumlar,  dirençli olmanın ötesinde, kişi siyasi görüşüyle çelişen olgularla yüzleştiğinde kendi inancına daha sıkı sarılıyor. Buna "geri tepme etkisi" deniyor. 
Yüzlerce yıldır geleceğin ihtiyaçlarından bî haber bırakılan ve korku basınçlı köhnemiş bir paradigmaya hapsedilen insan toplumluluklarında geri tepme etkisi niye var? İnsanlar siyasi düşüncelerini değiştirmek konusunda niçin bu kadar dirençli? Karşımızdakiyle tartışırken nasıl bir yol izlemeli? Bunların hepsi, içinden geçmekte olduğumuz referandum sürecinde önemli yeri olan sorular.
Seçmenlerin tercihlerini etkileyen ekonomik, politik, sosyolojik ve psikolojik pek çok etken mevcuttur. Bu etkenler doğrultusunda seçmenlerin “nasıl” oy verdikleri doğal olarak önemli hale gelmektedir. Siyasal iktidarlar ile seçmenler arasında politik-ekonomik bir oyun mevcuttur. Bu oyunda siyasal partiler seçmenlerin oy vereceği politikalar uygulamak isterken, seçmenlerde kendilerine en fazla fayda getireceklerine inandıkları politikalar vaat eden siyasal partiler doğrultusunda oylama yapacaklardır. Bu nedenle seçmenlerin hangi sosyo-kültürel değişkenlere karşı daha duyarlı olduğunun bilinmesi önemlidir. Nitekim bu durumun bilinmesi aynı zamanda siyasal iktidarların gereksiz politika uygulama maliyetlerini de ortadan kaldırabilmektedir. Bu anlamda seçmen davranışlarının analiz edilmesi, siyasal dalgalanmalar nedeniyle ortaya çıkan kamusal açıkların önlenmesinde de büyük öneme sahiptir. 
Diğer taraftan, siyaset kavramı genel olarak kabul gördüğü üzere toplumun farklı kesimlerinin ve güç odaklarının ortak bir zeminde uzlaştırılması anlamına gelmekte ve kendine has özellikleri üzerinde taşıyan bir alan olarak kendi içerisinde çeşitli değişkenleri barındırmaktadır. Sosyal bilimlerin genelinde olduğu gibi siyaset bilimi içerisinde de insan faktörü belirleyici bir konum ve öneme sahiptir. İnsanlar insan olma özellikleri ve yasayış biçimleri itibariyle toplumsal yaşam içerisinde diğer insanlarla etkileşim halinde yaşamaktadırlar. Bu yaşam biçiminin ortaya çıkmasıyla, yani diğer bir deyişle insanların topluluklar halinde toplumları oluşturmasıyla devlet denilen otorite ortaya çıkmıştır. 
Belirli insan toplulukları üzerinde otorite kuran devletler içerisinde bazı güç ve yetkilerin doğması ve bunların paylaşımı da söz konusu olmuştur. Bu güç ve yetkilerden bir kısmı devletler içerisinde siyasal iktidarlar/hükümetler tarafından kullanılmaktadır. Siyasal iktidarlar ise seçimlerde seçmenlerden en fazla oyu alan siyasal partiler içerisinden çıkmaktadır. Bu noktada siyasal iktidarların iktidar olabilmeleri için anayasal ve demokratik sistem özellikleri itibariyle seçmenler adı verilen ve yönetimi dolaylı ya da doğrudan belirleyen kitlelerden yeterli derecede oy alabilmeleri gerekmektedir. 
Bundan hareketle, siyasal partiler siyasal iktidar olabilmek için seçimlerde oy kullanacak seçmenleri bir şekilde etkilemek ve onlardan alacakları oylarla iktidara gelip ülkeyi yönetmek istemektedirler. Siyasal sistem içerisinde siyasal parti-seçim-seçmen üçlemesi şeklinde bir etkileşim söz konusudur. Bu etkileşim içerisinde seçmenler ve siyasal partiler bu etkileşimin hem etkileneni hem de etkileyeni konumundadır. Çünkü iktidara gelen siyasal partiyi seçmenler kendi oylarıyla belirlemektedir. Ancak seçmenler de seçim dönemlerinde siyasal partilerin çeşitli araçlarla toplumsal sisteme sundukları faaliyetlerden ve çalışmalardan az ya da çok veya dolaylı ya da dolaysız bir biçimde etkilenmektedirler. Böyle bir etkileşim içerisinde her iki tarafta bir şekilde birbirinin belirleyicisi ve etkileyicisi rollerini üstlenmektedir.  
Aynı şekilde, toplumun siyasal açıdan yönetimini gerçekleştirecek olan kadroları belirlemesi açısından siyasal bir olay olan seçimler, yapıldığı ülkenin anayasal ve demokratik yapısının özelliklerine de bağlı olmak kaydıyla siyasal partileri ve seçmenleri bir araya getiren ve siyasal partilerle seçmenler arasında bir iletişimi gerçekleştiren önemli bir olay niteliğini üzerlerinde taşımaktadırlar. Seçmen kitlelerini oluşturan insanların siyasal konulardaki görüş ve düşünceleri onları bir siyasal davranış biçimine yönlendirmektedir. Bireyler bazen sadece oy vererek siyasete katıldıkları gibi bazen de üst düzeyde örneğin parti adayı olmak gibi faaliyetlerde bulunarak da siyasete katılabilmektedirler. 
Gelinen noktada, siyasal partiler de diğer hizmet ya da mal sunan kuruluşlar gibi siyasal alanda kamusal mal ve hizmet arz eden tüzel kişiler olarak değerlendirilmektedir. Amaçları bir pazarlamacı gibi kendilerini ve parti programlarını seçmenlere anlatmak, onları ikna ederek oyları kendi saflarına çekebilmektir. Seçmenler de politik alanın tüketicileri olarak düşünülebilir ancak bu tüketiciler normal piyasa yapısındaki davranışlarının aksine rasyonaliteden uzaklaşabilmekte, kullandığı oyla kendine maliyet yükleyen bir politik dengenin oluşmasına da neden olabilmektedirler. 
Zihnin doğası gereği, görüşlerimiz tekil olarak değil, birbirleriyle bağlı bir "inançlar ağı" içinde var olurlar. Siyasi inançlar, genel olarak bir dünya görüşünü ortaya çıkartan bir bütünün parçaları. Herhangi bir kişinin tek bir inancını, diğer inançlarına dokunmadan değiştirmek neredeyse imkânsız. Ama bütün bir inançlar ağını ters yüz etmek de çok zor.
Öte yandan, nesnel bulgular karşısında yanlış inancımıza daha sıkı sarılmanın ve giderek gerçeğin duvarına toslamanın da bir bedeli var. Zaman zaman yeni araçlar ve insanlar ile yapılagelen bir deneysel çalışma, en dirençli inançların bile yeterince veriyle yüzleştiklerinde bilişsel bir “devrilme noktasına ulaşacağını iddia ediyor. 
"Tipping Point" denilen bu devrilme noktası, insan yanlış inançlarını savunmayı duygusal olarak sürdüremez hale geldiğinde ortaya çıkıyor.
Malcolm Gladwell'in kitabı Tipping Point -Türkçe ’ye Kıvılcım Anı diye çevrilmiş-, küçük şeylerin birikerek sonunda büyük farklar yarattığını gösteren ilginç örneklerle dolu.
Burada söz ettiğimiz "tipping point" bireysel seçmen psikolojisinde bilişsel olarak var olan bir olgu. Fakat benzer bir şekilde toplumsal bir devrilme noktasından da söz edilebilir. Örneğin bu günlerde Romanya'da iktidarın yolsuzluğa kanat germesine karşı sokaklara taşmış olan protestolar, toplumsal bir “devrilme noktasını işaret ediyor. Günümüzde en etkili seçim kampanyalarının artık demografi değil, veri madenciliği yöntemiyle yapılan “psikometri" temelli kampanyalar olduğu görülüyor.
Saha dışı gördüğü her kişi ve gurubu hedef yapan sistemlerin uyguladıkları psikolojik tekniklerden bahsettiğimiz bu yazımızın konusunu teşkil eden “ters psikoloji” (paradoksal müdahale) yöntemi, halklarını “öcülerle” korkutmaya alışmış “algı spekülatörlerinin” son zamanlarda belki de en fazla başvurdukları teknik halini almış, normalde hiçbir şekilde meyletmeyeceği kişilere halkın topluca meyletmesinin kaynağını oluşturmuştur. Elbette ki bu sistemler bahsi geçen teknikleri çok daha “ustaca uygulamakta ve halkların uyuşturulmuş zihinlerini, hipnozculara taş çıkaracak kadar mükemmel bir şekilde yönetmektedirler.
Bu tekniği uygulayacakları zihinlerin olgunlaşmasını, onları cehalet yağmuruna tabi tutarak engelleyen ve bu şekilde en iyi sonucu elde eden “sistemler”, hedeflerindeki halkı kendi ürünleri olan ve her an güncellenen popüler sorunlar ve sıkıntılara maruz bırakarak kendilerine müptela haline getirip düşünme kapasitelerini ellerinden almışlar, böylece basiretleri tamamen körelen bu halklar özellikle siyasi bilinç anlamında çocuklarla eş değer kalmaktan kurtulamamışlar ve bu tür psikolojik deneylerin adeta kobayı haline gelmişlerdir. Bu sayede yönettikleri halklara istediklerini yaptırabilen “sistemler”, hangi dönemde hangi teknik gerekiyorsa onu rahatça uygulayabilmişlerdir.
“Ters psikoloji” tekniğinin iyi uygulanabilmesi için önce halkların iyice nefret edeceği piyonlarını piyasaya süren “sistemler”, bu piyonlarla halkların bütün değerlerine saldırıda bulunmaya, onları aşağılamaya, onlara karşı olmadık zulümler işlemeye başlamış ve bu piyonlardan “illallah” eden halkların kurtuluş aramaya başladıkları dönemde, yeni uşaklarını devreye sokmuş ve bu uşaklarının “halkın” adamı görünmesi için çok fazla sıkılan halkın boynundaki ipi biraz gevşeterek planlarının ilk aşamasını başarıyla gerçekleştirmişlerdir.
Sistemlerin en önemli özellikleri de doğurganlıklarıdır; üzerine bastıkları insan katmanlarının muhtemel memnuniyetsizliklerine karşı önlem olarak sözde kendilerinin karşısında bir çok alternatif sistem oluşumu, siyasi parti, stk, vakıf ve düşünce kulüpleri oluşturur, kendi içlerinden doğurdukları medya ve algı merkezleri ile tanıtır, besler ve alternatif fikir algısı ve karşı tarafların toplanma merkezi imgesini memnuniyetsizlerin, bilinçaltına işlerler, bu süreç kendini güncelleyerek devam eder, ne memnuniyetsizler biter, ne de memnuniyetsizleri  kategorize edip kafesleme faaliyetleri
Gördükleri ölümden dolayı sıtmaya sarıldıklarını zanneden halklar, aslında bünyelerine aşılanan kanser virüsünün yavaş yavaş vücutlarına yayıldığından habersiz olarak bu virüslere minnet duymaya, onları besleyip büyütmeye başlamışlardır. Kendilerinden olduğunu sandıkları bu virüse karşı hiçbir direnç göstermeyen halkların vücutlarının bağışıklık sistemi çökmüş, daha önce kabullenmedikleri her türlü ihaneti, hakareti, zulmü alkışlayacak kadar hastalanmışlardır.
Tam da bu aşamada bu halklara yakalandıkları hastalıktan kurtulmaları gerektiğini belirtenlerin, bahsi geçen halkların zihinlerine yönelik şuur aşılama girişimleri, kendileri gibi konuşan ve halkların nefret ettikleri kişilerin çabaları sonucu sekteye uğratılmıştır. Nefret ettirildikleri şahısların ve sistemin piyonlarının ağzından, “manipülatif sistemlerin” mevcut iktidarları ile ilgili gerçeklerin bir kısmını duyan halklar hem bunlara inanmamış hem de bunların inadına o “usta” algı spekülatörlerine daha çok bağlanmışlardır. Her konuşmalarında hakla batılı birbirine karıştırıp hakkı gizleyen, hakka ve halka düşman olan bu piyonlar, kendilerine verilen görevi öylesine başarmışlardır ki alenen halkın inancına, dünyasına, onuruna, şahsiyetine hakaret edip saldırıda bulunan iktidar sahipleri halkların gözünde daha fazla değer kazanmıştır.
İşin ilginç yanı cahil bırakıldıkları için özgür iradeye sahip olmayan halkın yakalandıkları bu ters psikoloji bataklığına, kendilerini “alim” diye vasıflandıranların en başta saplanmaları ve halklardan daha önce sistemin “saflaştırma” operasyonuna “saf”ça kanarak sisteme dört elle sarılmalarıdır. Ya bilinçli olarak ya da siyasi bilinçleri halktan daha beter seviyede olduğu için, “sistemlerin” oyununa gelip, birilerinin “destekleme!” dediklerini onların inadına destekleyen, “bunlar bizi dinlemiş, o zaman öbürlerinin kuyruğuna sıkıca yapışalım” mantığıyla siyaseten yerlerde sürünen bu tipler, ilmin sadece zihinde kalıp pratiğe yansımamasının ve inancın kalple ilgili olduğunu düşünüp devletin sisteminin inanca aykırı olmasının önemsenmemesinin bizleri düşüreceği basiretsizlik girdabında boğulmanın ve dünya ve ahireti berbat etmenin müşahhaslarmış örneğidirler.
Akl-ı Selim olmayı bu ortamda başarabilen kişilerin zihinlerini “doğurgan manipülatif” sistemlerin” propagandalarından, uyuşturucu yüklü eğitimlerinden ve sistemlerinden azade kıldıkları ölçüde bu sistemlerin bahsi geçen psikolojik tekniklerinden ve türlü dezenformasyonlarından kurtularak özgürleşecek bir basiret kazanabilirler. 
Önümüzdeki referandum adına siyasi oluşumlar ve STK’ların ve hatta etkin rol alan aktörlerin kesinlikle dikkat etmesi gereken husus şudur ki; seçmenler, herhangi bir aday veya partiye karşı tercihte bulunurken değerlerini dikkate alacaktır. Çünkü bir kişinin değer sıralamasının birinci veya en üst sırasında bulunan değer, onun temel değeri sayılmaktadır. Ahlaki, hukuki, ekonomik, siyasal, dinsel, estetik vb.  şekillerde olabilecek bu temel değerler doğrultusunda seçmenlerin karar verme süreçleri biçimlenecek ve oy verme davranışı bu şekilde yansıyacaktır. 
Yenilmek isteyen bu yazdıklarımı deli saçması olarak görsün, hiç kafa yormadan unutsun.
Görünen köy kılavuz istemez, mangalın üzerine koyulmuş dondurma misali hızla eriyen, en güvendiği tabanında oluşan depremlere kulak tıkayan, üst üste yanlışlıklar yaparak, hem kendisi, hem de seçmenin kontrolünü rakiplerine altın tepside sunan bir kısım idrak yolları iltihaplı, kompleksli ve hodgâm ruhu antibiyotiklere dirençli, erk sarhoşluğu yada güç zehirlenmesi yaşayan, devrilme anına doğru hızla ilerleyen devletlilere açıkça söylüyorum, Türk Siyasi Tarihi’nin en büyük yenilgilerinden birini alacak ve önü alınamaz bir kaos ‘un sebebi olacaklar... Ben bu talihsizliğin olmaması için ısrarla yazıp uyarıyorum, yakın gelecekte meydana gelecek büyük bir kaosu görerek uyarıda bulunmak bir kısım az gelişmiş  beyinlere göre taraf olmaksa buna karşı diyebileceğim hiç bir şey yoktur...