Saygıdeğer Milletvekilim, Selina DOĞAN Hanımefendi
1923 Yılında içinde en az bin yıldır dost ve hatta akrabamız olan,Anadolu'nun kapılarını beraberce açtığımız ve kendine Melik Ünvanı veren Ermeni Bahadırları'nın Torunlarının da olduğu yüce meclisimizin onurlu bir üyesi olarak,rüzgarın gelişini ve karşılaşacağı zemini yanlış hesap ediyorsunuz.
Şark Meselesinden eminim haberiniz vardır.
Şark Meselesinin Dış Boyutu içinde ele alınacak olan bu son manevra hareketlerinden birinde zaten kan denizine dönmüş bu coğrafyada bin yıllık huzurlu konumunuzdan rücu etmek,hem stratejik bir hata,hemde adı ile birlikte değer kazandığınız kardeşlerinizi sırtından hançerlemektir ki, tarih bu nevi olaylarda bumerang etkisi ile edenin daha fena bulduğunu hep kayıtlara düşmüştür.
Öncelikle, soykırım'ı bir tanımlayalım.
Soykırım, 9 aralık 1948 tarihli "soykırım suçunun önlenmesine ve cezalandırılmasına ilişkin birleşmiş milletler sözleşmesi"nde aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır:
1-Ulusal, ırksal ya da dinsel bir grubun, toptan veya bir bölümünü yok etme niyetiyle, bir grubun üyelerini öldürmek.
2-Bir grubun üyelerine bedensel-ruhsal ağır zarar vermek.
3-Bir grubun yaşamının fiziki çöküşünü sağlayacak ortamı hazırlamak.
4-Bir grubun çocuk sahibi olmasını engellemek.
5-Bir grubun çocuklarının zorla bir başka gruba verilmesini sağlamak.
Osmanlı Devleti'nin, Ermenileri ihraç kararının ve uygulamasının, yukarıda tanımı yapılan "soykırım"a uyup uymadığını değerlendirmek gerekmektedir. Osmanlı Devleti, batılı ülkelerin Ermenilerin topluca katledilecekleri iddialarına karşı 27 mayıs 1915'te şöyle bir açıklamada bulunmuştu:
"Ermeniler hakkında hükûmetçe alınan tedbirler, sırf memleketin âsâyiş ve inzibatını temin ve muhafaza mecburiyetine müstenittir. ermeni unsuruna karşı hükûmetin imhakâr bir siyaset takibetmediği, şimdilik tarafsız bir vaziyette kaldıkları görülen katolik ve protestanlara dokunmamış olması göstermektedir..."
1915'te meydana gelen iskân uygulamaları ve bu uygulama sırasında meydana gelen olaylar, yukarıdaki tanıma göre bir soykırım olarak adlandırılabilir mi? bu sorunun cevabını vermek için ikinci dünya savaşı sonrasında Nazi Almanyası'nın, Yahudilere uyguladığı toplu imha hareketiyle, Osmanlı Devleti'nin, Ermenilere tehcir uygulamasını karşılaştırmak bizleri doğru sonuca götürecektir. Osmanlı Devleti ihraç ettiği Ermenilere nasıl bir uygulama yapmıştır?:
1-Osmanlı Devleti, Nazilerin aksine, topraklarında yaşayan Ermenilerin belli coğrafyadaki guruplarını nakletmiştir. nakil, Osmanlı Devleti'ne karşı silaha sarılan Ermeni gruplarını ve onlara lojistik destek verenleri kapsamaktadır.
2-Tehcir sebebiyle Nakledilenler yine Osmanlı sınırları içinde yer alan bir coğrafyaya göç ettirilmiş, göçe tabi tutulanlara, Nazilerin evlere baskın yaparak yaka-paça toplama kamplarına sevk uygulamalarının aksine, göç hazırlığı yapmaları için bir hafta ile 15 gün arasında süre verilmiştir.
3-Göçen Ermenilerin tüm ihtiyaçları (yiyecek, sağlık, bilet temini v.s.) devlet tarafından "muhacirîn tahsisatı"ndan karşılanmış, bir şehir ve kasabada yaşayan Ermenilerin tümü sürgüne gönderilmemiş, hastalar, yetimler, katolik ve protestan mezhebi mensuplarıyla, zanaat sahipleri ve orduda görev yapanlar tehcir kapsamı dışında tutulmuştur.
4-Göçe tabi tutulanlar, nazilerin toplama kamplarının aksine, gittikleri yerlerde, devlet tarafından evler yapılması, hayatlarını devam ettirebilmeleri için yerleştirildikleri yerlerin ziraate elverişli olması ve göçmenlerin geldikleri vilâyetlerin belirlenerek, nüfus kayıtlarının çıkarılması karar altına alınmıştır.
5-Nazi kamplarının aksine, hasta göçmenler için kamplarda hastahaneler kurulmuş, göçmenlerin sağlık sorunları ile ilgili olarak çeşitli ülkelerin sağlık ekiplerine kamplarda görev yapmaları için izin verilmiştir. konsolos raporlarına göre, bu yabancı sağlık mensuplarından bazıları bulaşıcı hastalık nedeniyle ölmüştür.
6-Kimsesiz çocuklar ve yetimler, yetimhanelere ve bazı zengin ailelerin yanına yerleştirilmiş, 1919 yılında geri dönüş izni verilince bu çocuklar yakın akrabalarına teslim edilmiştir.
7-Aşiretlere ve sivil halkın saldırısına karşı kafileleri korumak üzere jandarma görevlendirilmiş, suistimalde bulunan görevli ve halktan kimseler mahkeme edilerek cezalandırılmıştır.
8-Zorunlu göçten kurtulmak için müslümanlığı kabul ettiğini söyleyenlerde göç ettirilmiş, fakat bir müslümanla evlenmiş kadınlar göçten muaf tutulmuştur. bu gibilere, savaş sonrasında çıkarılan bir yasa ile, istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilme imkânı tanınmıştır.
9-Savaş, kuraklık, çekirge istilâsı, seferberlikten dolayı iş yapabilecek hemen bütün erkeklerin silah altına alınması gibi nedenlerle, tarladaki mahsulün kaldırılamamasının bir sonucu olarak ortaya çıkan yiyecek sıkıntısından dolayı, başta amerika olmak üzere çeşitli devletlerin yardım kuruluşlarının yardım talepleri kabul edilmiş, bunlar tarafından suriye’deki ermenilere yardım edilmiştir. (bkz: belge 11)
10-Savaşın sona ermesiyle birlikte, devlet tarafından çıkarılan "geri dönüş kanunu" ile göçmenlerin evlerine dönmeleri sağlanmış, ermeni patrikhanesi’nin tespitlerine göre 644.900 ermeni geri dönmüştür. (bkz: belge 12)
Bakınız,yukarıda bahsedilen belge 11'i dikkatlice okumamız halinde, zorunlu göçün henüz sona erdiği 3 şubat 1915 tarihi itibariyle suriye’de 500 bin ermeni göçmenin mevcut olduğunu görüyoruz. bu rakam, aslında bir milyon ermeninin göç sırasında öldüğünü rapor eden bütün konsolos raporlarını yalanladığı gibi, osmanlı devleti’nin, muhtaç göçmenlere yardım için uluslararası kuruluşlara kamp kapılarını açtığını, dolayısıyla sadece suriye'de 486 bin kişiye yardım edilmesine izin vermek suretiyle, ermenileri imha düşüncesinde olmadığını ispat ediyor. buna bağlı olarak, göç bölgelerindeki ermenilerin belli bir kesiminin zorunlu göç kapsamına alınması, diğerlerinin evlerinde bırakılması, "etnik temizlik" veya "soykırım" iddialarını tümüyle ortadan kaldırıyor. nitekim özellikle ülkenin istanbul, bursa, kütahya, edirne gibi savaş mühimmatının sevkedildiği bölgelerin dışında bulunan şehirlerinden, terör mensupları hariç, kimsenin zorunlu göçe tabi tutulmadığı yabancı ve osmanlı belgelerinde yer alıyor. ayrıca göç kapsamındakilerin topluca imha edilmesi gibi bir art niyetin olmadığını, göç edeceklere hazırlanmaları için süre verilmesi de gösteriyor. hele hele göçe tabi tutulanların, gittikleri yerlerde, geldikleri şehirler de belirtilmek suretiyle, nüfus defterlerine kaydedilmelerinin emredilmesi, hayatlarını devam ettirebilmeleri için ziraate uygun bölgelere yerleştirilmelerinin istenmesi, imha düşüncesiyle bağdaşmıyor.
bütün bu saydıklarımızla, nazi almanyası'nda yahudilere uygulanananlar arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. bu durumda 1915'te cereyan eden olayların soykırım olarak tanımlanması mümkün değildir. nitekim soykırım olduğunu iddia edenler, bugüne kadar "soykırım"ı ispat edecek bir belge sunamamışlardır. tezlerini kuvvetlendirebilmek için, talat paşa'ya atfedilen sahte telgraflar ortaya atmışlardır. ancak bu telgraflar üzerinde yapılan incelemede, telgraflar üzerinde osmanlı bürokrasisinin mutad işlem kayıtlarının bulunmadığı, telgrafın gönderildiği iddia edilen valinin, o tarihte o vilâyette valilik yapmadığı, her osmanlı belgesinin en üstünde yer alan besmeleye farklı şekilde yer verildiği ve en önemlisi de talat paşa'nın imzasının sahte olduğu ortaya çıkmıştır.
soykırım iddiasında bulunanların en önemli açıklarından biri de, 1915'ten itibaren öldürüldüğü iddia edilen ermenilerin sayısının sürekli yükseltildiğidir. 600 binlerden başlayan rakamlar, günümüzde 1,5 milyona çıkarılmıştır. halbuki, o tarihlerde yabancı devletlerce yapılan nüfus tespitlerinde, osmanlı devleti'nde yaşayan ermenilerin toplam nüfusu ortalama 1,5 milyon olarak gösterilmekte, hattâ ermeni patrikhanesi bile 1,915,000 rakamını vermekteydi. nitekim güvenilir olarak bulunan patrik malachia ormanian da ermeni nüfusunu 1,895,400 olarak vermektedir. bu durumda ancak 400 bin osmanlı ermenisinin hayatta kalması gerekirdi. Uluslarası kabul görmüş bir çok belge bende mevcuttur ki eminim sizde de bulunmaktadır.
Bilginiz Olduğu Üzere;
Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni:
"Türklere savaşı biz açtık. Türklere karşı ayaklandık. Hepimiz Türklerin düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. İtilaf devletlerinin ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve hakimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa ve Amerika’ya resmi çağrılar yaptık. Öldük ve öldürdük. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vaad ettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiçbir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan’ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin sözlerine büyük önem vererek, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık. Tehcir’de Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Kaderden şikayet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak bizim hastalıklı milli psikolojimizin karateristik bir özelliğidir. Herkes Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar, Ruslar tek kelimeyle bütün dünya bizi kolayca aldattı ve ihanet etti. Emperyalistler bizi kullandı. Büyük Avrupa devletleri bizi defnettiler.
Sevr yerine, Türkler’le anlaşsaydık çok şey kazanırdık. İngilizler karşılıklı katliamları kışkırttı. Müslüman bölgelerinde düzeni sağlayacak idari önlemler alamadık, silaha sarılmak zorunda kaldık, ordular gönderdik, yıktık ve katliamlar gerçekleştirdik. Türkler savunma güdüsüyle hareket ettiler. Övünülecek hiçbir işimiz yok. Kendi dışımızda suçlu aramayalım. Evet, intihar etmeyi öneriyorum. Taşnak Partisi’nin artık yapacağı hiçbir şey yok. Partiyi dağıtalım. Bu kararı almazsak, bizi yıkım ve şerefsizlik bekliyor’
Büyük Savaş başlayınca Ermeniler, Osmanlı’yı terk edip Emperyalist devletlerle birleştiler. Cephelerde 200 bin Ermeni savaşa girdi. Fransız ordusunu neredeyse ermeniler oluşturdu. Osmanlı’nın tehcirden başka çaresi yoktu. O yıllarda Doğu Anadolu’da demir yolları olmadığından çeşitli nedenlerden, hastalıktan insanlar öldü.
Ermenileri teröre koşullandıran Batı ülkeleridir. Ne var ki Batı ülkeleri bugün kendini Tarihçi görüyor, mahkeme görüyor ve kararlar alıyor. Batı ülkeleri günümüzde de Diaspora’yla birlikle Ermeniler üzerinde oyun oynamaya devam ediyor. Ermeni toplulukları o gün nasıl Ermeni çetelerinin, komitacıların tutsağı olmuşsa, bugünde alınan kararların havası içine girmiş olup 24 Nisan günü Türklere ve Türklüğe olmadık hakaretleri yağdırmaktadırlar.
Batı ; AB’ adıyla, IMF’ adıyla dün nasıl Rumeli Türklüğünü yok etmişse bugün de Anadolu Türklüğünü yok etme peşindedir. Bu oyunu çeşitli isimler altında bin yıldır oynamaktadırlar.
Bugün Ermeniler oyuncu olur, dinciler oyuncu olur, yarın da oyuncu olacak birileri bulunur.
Tıpkı bir akşamda toplanan karton yüzler, hepsi ermenicikler gibi…" biçimide bir beyanda bulunmuştu.
Tam adı Hovannes Katchaznouni olan Ohannes Kaçaznuni Taşnatsutyun (Taşnak) partisinin kurucularındandır. 1918’de kurulan Ermeni devletinin ilk Başbakanı’dır. Kaçaznuni’nin kongreye sunduğu “ Taşnatsutyun’un Artık Yapacağı Bir Şey Yok “ adlı raporu ülkemizde basılmıştır. Ama Ermenistan da yasaktır. ABD’de bu rapor listeler de yer alır fakat imha edilmiştir.
Sevgili Milletvekilim, Selina Hanım Bu Satırları Okurken Neler Hissettiğinizi Bendenizle Paylaşabilirmisiniz?
Kalbi Saygılarımla.
Cüneyt DİLER
Basın Mensubu-Tarihçi